Siz de bilirsiniz, her semtte mutlaka, birçok şeyi terk etmiş, birçok şeyden “birey” olmak uğruna vazgeçmiş kırgın, küskün ama vakur, doğayı, denizi, insanları çıkar uğruna değil de olduğu gibi seven yarı filozof bilge bir şarapçı vardır. Onlar için borsa, endeks, faiz bir şey ifade etmez... Günlük hayatın koşuşturması, kariyer, ego çatışmaları nedir ki onlar için?.. Gazeteler, dergiler sadece şarap şişelerini sarmaya yarar...
İşte Necdet Abi de bu yüzlerce modem zaman dervişinden yalnızca biriydi. Sarıyer sahilinde bir bankta yaşardı. Biz gençler olarak yanma gittiğimizde, coşkuyla karşılardı bizi. Şarap şişesi elden ele dolaşırken anlattığı minik ayrıntılarla verirdi hayat dersini. Sevgilimizden mi ayrıldık, işyerinde sorunlar mı yaşadık, gece gider, Necdet Abi’ye dost meclisinde anlatırdık olan biteni. Her söyleneni dikkatle dinler, şarabından bir yudum alır ve kimi zaman Hayyam’dan, kimi zaman da Nesimî’den bir dizeyle bize yol gösterirdi.
Bir gün Alperlerin evinde oturmuş yine nefret ettiğimiz işlerde, ofislerde çalışan, bitirmek isteyip de bitiremediğimiz ilişkileri sürdüren, kopmak isteyip cesaret edemediğimiz insanlarla yaşayan bizlerin ne kadar zavallı, Necdet Abi’nin ise ne kadar ulvî ve ulaşmak istediğimiz yerde olduğunu birbirimize anlatıyorduk ki birden Alper ev sahibi olmanın verdiği rahatlıkla, “Necdet Abi şöyle kral, Necdet Abi böyle şahane !.. Sokayım Necdet Abi’ye! Başka muhabbetiniz yok mu lan sizin?” dedi ve “Yazıklar olsun ki bize, şurda koskoca okumuş adamlarız, takılmışız bir ayyaşın g.tüne ondan medet umuyoruz. Ulan Allah’ın salakları, Necdet Abi’nin kendine hayrı yok, bize nasıl olsun?” diye de devam etti. Bunu duyan Ersan, “Ama Alper, niye öyle diyorsun?” diye itiraz etti ve “Yenilgi, boş vermişlik, tutunama-yış...” gibi bir şeyler geveledi. Alper “Ya Ersan, bırak Allah aşkına” diye söze başladı ve Necdet Abi’nin aslında bilge falan olmadığını, filozofluk ayağına bizim getirdiğimiz şaraplarla bir güzel piiz yaptığını, aslında dikkatli dinlersek söylediklerinin de pek matah şeyler olmadığını, yani kısacası Necdet Abi’nin şerefsizin teki olduğunu anlattı. Biz, Alper’in anlattıklarından çok etkilendik ve Necdet Abi’yi dövmeye karar verdik. Baktım ben muhabbette çok pasif kaldım, ortamın “haklısın abi”cisi, “bravo abi”cisi oldum, hemen atağa kalktım ve yumruğumu masaya vurarak “O zaman ne duruyoruz abi, kalkın gidelim şimdi dövelim şu lavuğu” diye kükredim.
29 Ocak 2015 Perşembe
11 Ocak 2015 Pazar
Güven sorgulamak ve Orfe'nin hikayesi
Orfe Yunanistan’a Trakya’dan ya da Asya’dan gelmiş olmalıdır. Kimi kaynaklara göre Orfe MÖ 8. yüzyılda bir Trakya kralı ile bir Apollon rahibesinin oğlu olarak dünyaya geldi. Orfe bir ozandı. Bunlar ansiklopedik bilgiler ilgilendiğim kısım bura değil. Efsanesinin verdiği güçle güveni yorumlayacağım size. Dimağım izin verdiği kadar.
Eurydice in Louvre da bulunan heykeli |
Efsaneye göre Orfe, Eurydice adlı hanım kızımıza delicesine aşık olur. Birlikte muntazam alelade bir ilişkileri vardır. Börtü böceğin içinde oynaşırlar. Orfe sazıyla sözüyle Eurydice i eğlendirir. Tabi böyle devam etmez olaylar, böyle devam ederse efsane olmaz zaten casual love olur saçma olur. Orfe ya da Eurydice in bir bok yemesi icap eder ki macera çıksın hikaye aklımızda kalsın bilirsiniz ki sıradanlıklar karanlığa gömülür. Eurydice bir halt yer buna sinirlenen antik yunan tanrıları cehenneme yollar Eurydice i. Orfe kahrından deli olur. Düşünür taşınır karar verir: Gidip
Eurydice i cehennemden kaçıracaktır. Cehennem bekçilerden Cerbere yi arp çalarak uyutur. Ölülerin ve yeraltının tanrısı Hades i tatlı dili ve şarkılarıyla etkileyerek kandırır. Eurydice i artık götürebilecektir yeryüzüne fakat bir şartı vardır Hades in, çıkış yolu boyunca arkasına bakmayacaktır Orfe. Bunu kabul eder Orfe ama yolculuk boyunca içi içini kemirir ya Eurydice gelmezse kalırsa arkada diye. Sonunda merakına yenik düşer arkasına bakar ve PUFF Eurydice gitmiştir. Orfe çıkar dışarı ve deli sıfatını kazanmıştır dışarda. Diyar diyar gezip Eurydice hakkında şarkı söyler ismini haykırır. Bu aşkı kıskanan bazı haydutlar Orfe nin kafasını keserek nehre atarlar. Söylenenlere göre nehirde gövdesiz bir baş Eurydice diye haykırıp dururmuş. İşte bu baş meczup ve mazlum kişilik Orfe ye ait imiş.
Burada Hades ne yapmaya çalışmış dedim kendime. Hadesi severim o kadar tanrı gücü varken kendisi kokuşmuş yeraltında ve hastalıklı ruhlar etrafında yaşamakta. Ezilmiş zamanında. Halktan bizden birisi egosu falan yok Zeus gibi yavşak değil. Yeter Hades in reklamını yaptığım. Bu efsaneden kendime şunu çıkardım: Orfe Eurydice gerçekten güveniyor muydu? Peşinden geleceğine ne kadar emindi? Yeteri kadar emin değildi ki Eurydice i kaybetti. Tüm güven ilişkilerinde bu geçerlidir. Güven hakkında şüphe etmek güven gibi bir armağanı berbat etmemize neden olabilir. Zaten güç bela kazandığımız güveni sorgulayarak mahvetmeyelim sorgulayacaksak hiç güvenmeyelim. Gerçek Güven sorgulanamayan Güvendir.
1 Ocak 2015 Perşembe
Ben aslında çok kere öldüm.
Evet evet ben çok kere öldüm çok çok kerede geri doğdum. Mesela her sabah kalktığımda ölürüm ben uykuya dönmek ve ayağa kalkmak arası geçen düşünceler ölümümdür benim uykum ölüme hazırlıktır. Bazen müzik dinlerim sesi yükseltip öldürürüm kendimi.Kitaba dalar zamandan uzaklaşır yine öldürürüm kendimi.Filme odaklanır öldürürüm yine kendimi. Galiba ölmeyi ölü kalmayı seviyorum. Ama diğer ölüleri değil ölüleri sevmem ölüler ölmüştür çünkü ölüm bitirmiştir onları bitenler korkutur beni, ben kendimi ölüyken seviyorum. Yalnızca ve yalnızca kendi ölümüm o munis karanlık ve yalnız ölümüm. Öyle öleyim ki sana ölüm kalmasın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)