8 Eylül 2015 Salı

Yeni Şeylere Giriş

İntihar başkaldırının mantıksal sonucu değildir.   Albert Camus


 Evet sevgili okurlar yada girip geri çıkanlar ben size bu blogda bir şey vaat etmedim genel olarak ben vaat etmem YAPARIM diye gayet bürokratik konu dışı gireyim hemen ki bu çocuk aklından intihar geçiriyor demeyin. Çok fazla olay geçti başımdan yazmadığım süre boyunca pek küskün kaldım yazmaya neden yazayım ki dedim herkesin böyle anları olur bana da denk geldi. Bir şeyler geçti ve bir şeyler başlıyor. Ve görüyorum ki bir şeylerin başlaması için bir şeyler bitiyor.

 Sevgili okurlar. Hayatı yaşanılabilir kılan nedir? Neden yaşama gereği duyarız? Bu soruların cevabını zihnimde bir yerlere yerleştiriyorum güzelce ve bana göre nasıl bir yerleri yaşanılabilir kılan insanlarsa hayatın genel olarak yaşanılabilir kılan en önemli etkeni de insanlardır. Eğer kendinizle bu olmayacaksa başka insanlardır. Ve fark ettiğim şey eğer başka biri için devam etme gücünü bulursanız kendiniz için de elinizden geleni yapıyorsunuz. Gerçekten ne olduğunuzu sizden çok değer verdiğiniz insan aracılığıyla siz buluyorsunuz. Dershanede hümanist felsefe hocası (ki felsefe hocası ne amk felsefe tarihi doğrusu) zamanında kendini tanıyabilen bir insan yoktur demiş ona çıkışmıştım ben tanıyorum hojam diye şöyle böyle kendimi anlattım hoca pek bir tepki veremedi haliyle. Yanılmışım salak hümanist felsefe hojam yanılmışım gerçekten kendimi kendimle tanımıyorum. Yani tatlı okurlar insan bir şeylere verdiği değer kadar değerlidir. Bir şeylere yeniden başlamak gerektiğini fark ediyorum. İlk defa kendimi bu kadar net görüyorum.

 Sevgili okurlar eğer bir şeyler ters gidiyorsa bir insana değer vermeyi deneyin ve ne olduğunuzu nereye gitmek istediğinizi sorgulayın. Yeni bir başlangıç yapmak korkulacak bir şey değildir. Belki bir risktir ama zaten sıçmışsınız bez bağlayanınız yoksa bu riske girilir. Düz ovada yağmurdan kaçılmaz göte giren şemsiye açılmaz.

17 Temmuz 2015 Cuma

Komşu Çocuğu: Yalnızlık

   Selamlar efendim. Uzun bir aradan sonra tekrar burada size iki üç beş ağzıma ne gelirse söylemek niyetindeyim. öncelikle şuraya tıklayarak size önerdiğim bonus şarkıyı dinleyerek bunu okuyabilir baklava ayran dabılı; yağmur, kahve, cigara triosu gibi şarkıyla metni götürebilirsiniz. Öncelikle kendimi siyah puntoyla siyah fona yazılmış bir hale sokmam gerekti yazmam için. Başıma gelen fevkalade olaylar zinciri benim bu pozisyona girmemi engelledi. Neyse ben size anlamadığım bir husustan bahsedeceğim. Bugün öğrendim ki depresyona giren insanlar günlük ortalama 68 depresyona girmeye hak kazanamayan insanlar 17 dakika harcıyorlarmış telefonda. bunu söylemeye gerek yok arkadaşlar biz modern dünyanın depresif asi fakat eylem için içinde güç bulamayan, çok da büyük savaşı olmayan sikkafalı bireyleriyiz.

   Anlatmak istediğim mevzu bu değil evet aq depresyondayız dediğinizi duyar gibiyim.Ben yalnız kalmaktan bahsedeceğim.Nasıl kabul edersiniz yalnız kalmayı aklım almıyor yalnızlık dediğimiz şey zorla bilgisayar oynamak isteyen komşu çocuğu gibi pis bişi. BENİ çileden çıkaran şey şu insanlar gerçekten yalnız kalınca nasıl rahat ediyorlar nasıl akıllarını kurcalayan bin bir düşünce gelip geçmiyor zihinlerinden ve o insanı kahretmiyor bu düşünceler. Bakın şimdi aklınızı sevdiklerim yalnız kalmak müzik dinlemek, kitap okumak değildir bunlar sığınaktır, yalnızlık kaçışı için. Bilumum sosyal medya mecraları, internet, filmler bunlarda hep sığınaktır bir aldatmaca bir maskedir gerçeğin önünce nakışlı kırmızı balayı perdesidir. Hatta iş hayatı meslek para gibi şeyler bunlara dahildir. Maslow bok yesin arkadaşlar ihtiyaçlar hiyerarşisini yeniden tanımlıyorum ve her basamağın genel adına yalnızlıktan kurtulmak koyuyorum. İtirazı olan varsa gelsin beni inandırsın.

  Şimdi gelip bana yalnızlığı övmeyin ölü sevici misiniz lan başıma? Yalnızlık ölmek demektir. Mutlak yalnızlık ölümdür; aslında ondan korkarız ölümden, yalnızlıktan hani şey vardı ya cehennem acı çektiğimiz yer değildir acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir. Bak bundan korkarız diğer tarafta twitter falam yok mecbursun yalnızlığa. Yani demem o ki arkadaşlar el-alem sizi zker benim gibi uyarmaz. Benden demesi şu yalnızlığınıza bir çare bulun gidin birini sevin..  

13 Şubat 2015 Cuma

Düşünerek Yaşa

Cocukluguma ait zamanlarda bir soz duymustum; ''Dusunme yaşa'' diye. Anlam verememistim haliyle. İnsan dusunmeden yasayabilir miydi ki? Dusunmeden adim atmak, kalem tutmak, yapmak, etmek yani yasamak  mumkun muydu? Dusunmeden yasanir mi  hala bilemiyorum ama birkac yildir ve son yarim saattir anladigim uzere ''dusunmekten yasayamamak'' gibi bir durum var. Hatta bu durumun ben de fazlasiyla tesiri var.

2 saattir ders dinlemem gerek diye dusunmekten dersi dinleyemiyorum. Sanirim bunu dusunmenin yaninda baska bircok sey de dusunmekteyim. 2 saattir hocaya bakiyorum ama sorsan neden bahsettigini anlatamam. Bir kitapta okumustum; ''İnsan bedenen bulundugu yerde degil zihnen daldigi yerde vardir'' diyordu yazar. Dersi dinlemeliyim diye dusundugum her an sinifta bedenen vardim ancak zihnen nerde vardim hatta var miydim bilemiyorum.

Bu yil bir yegenim oldu. Vay be dedim. Sen de mi katildin insanliga kucuk. Hos geldin, sefa geldin. Umarim guzelliklerle dolu bir omur gecirirsin.  Bir suru iyi temennide bulundum. Daha genciz guya ama yaslandik dedim. Huzunlendim, korktum. Dusundum bir sure, kafa yordum. Teyzemi arayayim birgun de ziyarete gideyim diye de dusundum tabi. Lakin dusunmekle o kadar mesguldum ki bu isi daha rahat bir vakte ertelemek istedim. Evet o gunden bugune 1 ay gecti ve ben dersten once teyzemi arayip ne kadar ayip ettigimle alakali uzuuunca bir konusma yaptim. Essektim, akilsizdim. sen beni hep ariyordun da ben niye boyle yaptimdi vs... Gecelim bunu.

Gecen haftadan beri buraya bir seyler karalamak niyetindeyim. İcraat asamasina gecemedim. Madem dersten de hocadan da fayda yok, karalayamiyorsam da klavyeleyim dedim.

Yani ben ne yapmisim? En sevdigim iki eylem arasinda ezilmis kalmisim. Dusunmeyi (eylem mi ki bu? ) sirtima kambur almisim. Dinlemeyi, aramayi, yazmayi, yasamayi cayira salmisim. İyi olmus guzel de olmus!

İste dusunme yasa sozunun anlamini idrak edip-dusunmeye basladigimdan beri bu sozu yaşama evresine gecemedigimi de idrak ettim. Yasamamaktan kastim ex olmak degil elbet. Kastim, hayati eziyet halinde surdurmeye calismak. Tavsiye edilmez. Bunu evde de sokakta da denemeyiniz. Ki dusunmeden yasamanin heveslisi degilim. Dusunerek yasayabilmenin derdindeyim. Olur belki birgun...

Yanimdaki genclik dersle ilgili muhabbetler donduruyor. Soyledikleri bi iki kelimeyi hoca da soylemisti. Eminim.

Dun bir arkadasimi aramayi dusunmustum. Ders bittigine gore daha fazla dusunmeden arasam iyi olacak. Yoksa 1 ay sonraya kim ölee kim kalaa.


9 Şubat 2015 Pazartesi

YEP YENİ YAZARLAR

 DUYURU AMAÇLI BİR GİRDİ:
Sevgili okurlarımız iki yeni kadın yazar bloğa dahil olmuştur. 
tezene
scratuan
 Feminem bir bakış açısı her ortama yakışır ve şarttır. Kendilerine katıldıkları için teşekkür eder güzel şeyler yazmalarını dilerim. Etiket sistemini de değiştiriyoruz. Mesela sadece tezene nin yazdıklarını okumak istiyorsanız sağdaki navbarda etiketlerde yazan tezeneye tıklamanız yeterli olacaktır.

5 Şubat 2015 Perşembe

KADIN

Aylaynırım gözüme kaçtı gözüm yanıyor,
yanlış uygulanmış bir aylaynır

Ucunu çok açmışım gözüme kalem battı

Fondöten mondoten

Allık.

Sürme.

Ayna.

Ruj falan..

Bırak onları kadın aylaynırım gözüme kaçtı,

Kaç gece uyuyamıyor türlü türlü rüya görüyorum

Sabah aynanın karsisinda why meee! diye ağlıyorum

Pembe panterime sarılıp ağlıyorum

Açım kadın bir insanın zihnine açım sevgiye açım

Hormonal...


Ruj..

Fondöten.

..

Bırak bunları kadın aylaynırım gözüme kaçtı,

Ağlamıyorum.

Bu şiir Nazlı ya ithaf edilmiştir.

4 Şubat 2015 Çarşamba

Bir Basamak Olarak Kitaplar

Bu yazıyı şu şarkıyı dinleyerek yazıp yönettim tavsiye ederim dinleyin-- http://tiny.cc/r02jtx resimlere tıklayın büyüsün efenin korkmayın.

  Uzun süredir kurak geçen bir beyin tarlasının ortasında kitaptan çıkan kelimeler bir vaha bir akarsu olur, sanki bir türlü bulamadığı sevgilisini yüzyıllardır arayan efsanevi bir savaşçının onu bulduğu andaki hissi yaratır insana. Önce bir mal olursun neye uğradığını şaşırırsın. Sevdiğinle kucaklaşır senelerin verdiği özlemi giderirsin her şeyi yaparsın onla gezer tozar esersin kara güne. Bu çok uzun sürmez ayrılığa dahilmiş ya sevda tatmin olmazsın yeniden aramak istersin durursun koparsın ayrılırsın. İşte size kitap okumanın verdiği tuhaf rahatsızlığı tanımladım.Daha çoğunu arzu etmek. Belki amansız, doğuştan gelen açgözlülüğümüzü kanalize edebileceğimiz en etik ve saygıdeğer yöntem.


şekil 1.5 a

  Ben iki görselle bir soruna değinmek bir çözüm sunmak peşindeyim. Şimdi şekil 1.5 a ya bakın yanda. Gördüğünüz üzere ecnebice küfürler falan var duvarda pek bir kirli ve boktan gözüküyor yani bir insanın genel olarak gün içinde bulunduğu ama pek bulunmak istemediği duvar. Kitap okumak bir kaçıştır uçsuz bucaksız hayal dünyasına. Kitap okumak kurtuluştur ve renkleri görmektir. Görüldüğü üzere kitaplar bir basamaktır dünya denilen o acımasız duvarın arkasını görmek için kullanılan.
Fakat bu basamak sayısı çok önemlidir.


şekil 2.8 b
   Sağda solda yeni kuşağın saçma ve pek bir s*kik tavırlarına karşı bir post-anti yeni kuşakcılar tavşan gibi türedi. Bunlar nispeten kitap okuyan "Lanet olsun görmek çok acı verici." "İnsanlık bitmiş." "Kapitalizm iliğimize kadar işlemiş abi." et cetera deyişlere sahip olan dünyanın karanlık ve aydınlığın varlığına çoğunlukla inanmayan yurdumun canım insanlarından başkası değil. Bu arkadaşlarda nispeten haklı nede olsa onlar gördüklerini söylüyorlar. Şimdi şekil 2.8 b ye bakalım yanda. Gördüğünüz gibi arkadan Gabriel Garcia yı andıran bir dede okumuş ve gerçekleri görmüş gerçeklerin canını sıktığından mı yoksa okuma sevdasından mı bilmem devam etmiş ve ışığı görmüş her şeyin başlangıcı ışığı ((Fiat Lux! (Işık olsun!) (Dünyanın yaratılması sırasındaki ilahi emir))  ve asıl gerçeği görmüş nitekim GÜNEŞİ falanda görmüş.


  Dünyanın bize sunduğu o sahte imajla yetinmemeliyiz. Ama gerçeği görüp onun verdiği ümitsizlik ve ızdırap yüzünden okumaktan vazgeçmemeliyiz. Her an bu sevdayı körüklemeli bir basamak bir basamak koymalıyız altımıza taa ki... En azından ben vazgeçmeyeceğim okumaktan. Sorum şu: Bana katılmak ister misiniz?

29 Ocak 2015 Perşembe

Nejdet Abi

Siz de bilirsiniz, her semtte mutlaka, birçok şeyi terk etmiş, birçok şeyden “birey” olmak uğruna vazgeçmiş kırgın, küskün ama vakur, doğayı, denizi, insanları çıkar uğruna değil de olduğu gibi seven yarı filozof bilge bir şarapçı vardır. Onlar için borsa, endeks, faiz bir şey ifade etmez... Günlük hayatın koşuşturması, kariyer, ego çatışmaları nedir ki onlar için?.. Gazeteler, dergiler sadece şarap şişelerini sarmaya yarar...

İşte Necdet Abi de bu yüzlerce modem zaman dervişinden yalnızca biriydi. Sarıyer sahilinde bir bankta yaşardı. Biz gençler olarak yanma gittiğimizde, coşkuyla karşılardı bizi. Şarap şişesi elden ele dolaşırken anlattığı minik ayrıntılarla verirdi hayat dersini. Sevgilimizden mi ayrıldık, işyerinde sorunlar mı yaşadık, gece gider, Necdet Abi’ye dost meclisinde anlatırdık olan biteni. Her söyleneni dikkatle dinler, şarabından bir yudum alır ve kimi zaman Hayyam’dan, kimi zaman da Nesimî’den bir dizeyle bize yol gösterirdi.

Bir gün Alperlerin evinde oturmuş yine nefret ettiğimiz işlerde, ofislerde çalışan, bitirmek isteyip de bitiremediğimiz ilişkileri sürdüren, kopmak isteyip cesaret edemediğimiz insanlarla yaşayan bizlerin ne kadar zavallı, Necdet Abi’nin ise ne kadar ulvî ve ulaşmak istediğimiz yerde olduğunu birbirimize anlatıyorduk ki birden Alper ev sahibi olmanın verdiği rahatlıkla, “Necdet Abi şöyle kral, Necdet Abi böyle şahane !.. Sokayım Necdet Abi’ye! Başka muhabbetiniz yok mu lan sizin?” dedi ve “Yazıklar olsun ki bize, şurda koskoca okumuş adamlarız, takılmışız bir ayyaşın g.tüne ondan medet umuyoruz. Ulan Allah’ın salakları, Necdet Abi’nin kendine hayrı yok, bize nasıl olsun?” diye de devam etti. Bunu duyan Ersan, “Ama Alper, niye öyle diyorsun?” diye itiraz etti ve “Yenilgi, boş vermişlik, tutunama-yış...” gibi bir şeyler geveledi. Alper “Ya Ersan, bırak Allah aşkına” diye söze başladı ve Necdet Abi’nin aslında bilge falan olmadığını, filozofluk ayağına bizim getirdiğimiz şaraplarla bir güzel piiz yaptığını, aslında dikkatli dinlersek söylediklerinin de pek matah şeyler olmadığını, yani kısacası Necdet Abi’nin şerefsizin teki olduğunu anlattı. Biz, Alper’in anlattıklarından çok etkilendik ve Necdet Abi’yi dövmeye karar verdik. Baktım ben muhabbette çok pasif kaldım, ortamın “haklısın abi”cisi, “bravo abi”cisi oldum, hemen atağa kalktım ve yumruğumu masaya vurarak “O zaman ne duruyoruz abi, kalkın gidelim şimdi dövelim şu lavuğu” diye kükredim.

11 Ocak 2015 Pazar

Güven sorgulamak ve Orfe'nin hikayesi

 Orfe Yunanistan’a Trakya’dan ya da Asya’dan gelmiş olmalıdır. Kimi kaynaklara göre Orfe MÖ 8. yüzyılda bir Trakya kralı ile bir Apollon rahibesinin oğlu olarak dünyaya geldi. Orfe bir ozandı. Bunlar ansiklopedik bilgiler ilgilendiğim kısım bura değil. Efsanesinin verdiği güçle güveni yorumlayacağım size. Dimağım izin verdiği kadar.


Eurydice in Louvre da bulunan heykeli
 Efsaneye göre Orfe, Eurydice adlı hanım kızımıza delicesine aşık olur. Birlikte muntazam alelade bir ilişkileri vardır. Börtü böceğin içinde oynaşırlar. Orfe sazıyla sözüyle Eurydice i eğlendirir. Tabi böyle devam etmez olaylar, böyle devam ederse efsane olmaz zaten casual love olur saçma olur. Orfe ya da Eurydice in bir bok yemesi icap eder ki macera çıksın hikaye aklımızda kalsın bilirsiniz ki sıradanlıklar karanlığa gömülür. Eurydice bir halt yer buna sinirlenen antik yunan tanrıları cehenneme yollar Eurydice i. Orfe kahrından deli olur. Düşünür taşınır karar verir: Gidip 
Eurydice i cehennemden kaçıracaktır. Cehennem bekçilerden Cerbere yi arp çalarak uyutur. Ölülerin ve yeraltının tanrısı Hades i tatlı dili ve şarkılarıyla etkileyerek kandırır. Eurydice i artık götürebilecektir yeryüzüne fakat bir şartı vardır Hades in, çıkış yolu boyunca arkasına bakmayacaktır Orfe. Bunu kabul eder Orfe ama yolculuk boyunca içi içini kemirir ya Eurydice gelmezse kalırsa arkada diye. Sonunda merakına yenik düşer arkasına bakar ve PUFF Eurydice gitmiştir. Orfe çıkar dışarı ve deli sıfatını kazanmıştır dışarda. Diyar diyar gezip Eurydice hakkında şarkı söyler ismini haykırır. Bu aşkı kıskanan bazı haydutlar Orfe nin kafasını keserek nehre atarlar. Söylenenlere göre nehirde gövdesiz bir baş Eurydice diye haykırıp dururmuş. İşte bu baş meczup ve mazlum kişilik Orfe ye ait imiş.

 Burada Hades ne yapmaya çalışmış dedim kendime. Hadesi severim o kadar tanrı gücü varken kendisi kokuşmuş yeraltında ve hastalıklı ruhlar etrafında yaşamakta. Ezilmiş zamanında. Halktan bizden birisi egosu falan yok Zeus gibi yavşak değil. Yeter Hades in reklamını yaptığım. Bu efsaneden kendime şunu çıkardım: Orfe Eurydice gerçekten güveniyor muydu? Peşinden geleceğine ne kadar emindi? Yeteri kadar emin değildi ki Eurydice i kaybetti. Tüm güven ilişkilerinde bu geçerlidir. Güven hakkında şüphe etmek güven gibi bir armağanı berbat etmemize neden olabilir. Zaten güç bela kazandığımız güveni sorgulayarak mahvetmeyelim sorgulayacaksak hiç güvenmeyelim. Gerçek Güven sorgulanamayan Güvendir.




1 Ocak 2015 Perşembe

Ben aslında çok kere öldüm.


Evet evet ben çok kere öldüm çok çok kerede geri doğdum. Mesela her sabah kalktığımda ölürüm ben uykuya dönmek ve ayağa kalkmak arası geçen düşünceler ölümümdür benim uykum ölüme hazırlıktır. Bazen müzik dinlerim sesi yükseltip öldürürüm kendimi.Kitaba dalar zamandan uzaklaşır yine öldürürüm kendimi.Filme odaklanır öldürürüm yine kendimi. Galiba ölmeyi ölü kalmayı seviyorum. Ama diğer ölüleri değil ölüleri sevmem ölüler ölmüştür çünkü ölüm bitirmiştir onları bitenler korkutur beni, ben kendimi ölüyken seviyorum. Yalnızca ve yalnızca kendi ölümüm o munis karanlık ve yalnız ölümüm. Öyle öleyim ki sana ölüm kalmasın.