30 Aralık 2014 Salı

Neden Ağlamaktan Korkuyoruz?

   Ağlamak bebekken ciğerlerimizi açan, acıdan sonra bir doz alınan,aşktan sonra bizi kurtaran bir yaşama tutucu.. Tanrının bize bahşettiği belkide en mükemmel organdan süzülen bir iki damla aslında dünyadaki en güzel feryat en hızlı rahatlama biçimi. Neden peki korkuyoruz ulan ağlamaktan?

Neden bu kadar karizmatiğim diye ağlamak.
   'Ağlamak, uğradığımız felaketlere karşı vücudumuzda kalan son kuvvetin bir feryadıdır.'Ağlamak beklendik/beklenmedik anda gelişen içinde bulunan duyguyu milyon kere katlayan bir ıslak bir feryat.Son bir çırpınış son darbe.Ya zafer ya da mağlubiyet gibi sebeplerden doğan. Artırabileceğimiz bilumum vakalar olsada mağlubiyet orijinli ağlamaktan korkarız en çok. Çünkü güçlüler ağlamaz deriz erkeği güçlü öğrettiklerinden erkekler ağlamaz deriz. Ağlarsan bittin demektir düşüşüne bir adım
kalmış yada çoktan düşmüşsündür demektir. Son derece ilkel olsada bu düşünceler aynı zamanda doğruluk payı vardır benzer oranda yanlışlık payı. Evet güçsüz, olabilirsin zayıf düşmüş bu durumda ağlamak bir nevi yanmak demektir: Kendi alevlerinizde yanmaya hazır olmalısınız, önce kül olmadan kendinizi nasıl yenileyebilirsiniz? Ağlamanın yeter-şartı güçsüz olmak demek değildir.Önemli olan son noktada olmaktır. Yani her şey mükemmelken de ağlarsın. O mükemmelliğin geçici olmasından kaynaklanan rahatsızlıktan kurtulursun.

Ne hale düştüm lan diye ağlamak.
   İki durumun karşısında rahatlamak için verdiğin tepki en doğal ve en gerçek tepkindir senin.Ağlamamak için değil ağlamak için zorla kendini. Ama bir şartla sakın sahte sevgiler uğruna ağlama. Gabriel Garcia Marquez reisin dediği gibi 'Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara layık olan kişi ise zaten seni ağlatmaz.' Öptüm

28 Aralık 2014 Pazar

Mutluluk ve Hüzün

 Mutluluk kavramsal ufukta yarattığımız hayali bir ada.
Bu garip bir o kadarda yuvarlak yerkürede daimi denizcileriz. Kendi kendimize inşaat ettiğimiz bir gemide ufukta gördüğümüz adaya gitmeye çalışıyoruz. O ada işte mutluluk diye zannettiğimiz şey moruk. Ne kadar çabalarsanız o ada hep ufukta kalacak ve kanka bu arada güneş elbet bir gün batacak. NEYSE bu kadar metafor yeter.

 Hüzün ve mutluluk neden zıt kavramlar ağabey diye sordum kendime geçen. Kendi içimdeki abiye sordum soruyu. Bıyığını sıvazlayıp tek kaşını kaldırdı. Muhtemelen sövecek derken başladı.
-Evet toplumun algısında zıt kavramlar hep toplumun kendi hislerini tanımlarken yarattığı iki kelime çoğu insan için ters ve alakasız kavramlar. Ama biraz düşünürsen bir insan bu iki hissi hep yanında bohçasında taşır. Adalet tanrıçası Themisin taşıdığı terazide taşıdığımız gibi gözümüz bağlı taşırız onu. Hangisi ağır basarsa o anki modu olur çoğu insanın. Bu hüzünü taşıdığın için mutsuz olduğun manasına gelmez tam tersi içinde geçerli. Ve bence görmeni sağlayan hüzün yürümeni sağlayan mutluluktur. Görmek güzeldir her güzel şeyin karşılığı verilmelidir. Hüznün karşısındaki buruk ve tatlı acı karşılıktır..

 Bunları söyledikten sonra canım ağabeyim koltuğuna gömülüp beyaz futbolu izlemeye daldı.Ve şükrettim iyikide içimde hem mutluluk var hem hüzün var ikisi de can yoldaşlarım en sevgili arkadaşlarım. Son olarak size hem mutluluğu hem hüznü dinletmek istiyorum.Sırasıyla ilk hüznü sonra mutluluğu açınız. Hüznün sesini hafif kısınız. 
Hüzün-Mutluluk Tıklayınız efenim. (Hüzün mutluluk ayrımı farklı olabilir)
 “Bütün mutsuz olanlar, yalnız kendi mutlulukları peşinde koşanlardır. Bütün mutlu olanlar ise başkalarının mutlu olması için çalışanlardır.” Öptüm.

20 Aralık 2014 Cumartesi

Tarihin Cilvesi

  Kasvetli sonbahar akşamı elinde sigarasıyla loş aydınlatılmış  roma sokaklarında yürüyordu.Evinden genelde çıkmaz çıkacağı zaman da tavernaya gider evladiyelik şarap alır çıkardı. Saati kontrol etti ama sikim dedi ışık yetersizdi(çünkü o zamanlar mekanik saat yok), saat onu geçtikten sonra içki yasağının farkındaydı olmadı pompeyiden geldiğini orada böyle bir yasak olmadığını söyleyecekti. Bir soğutucu dolabım olsa ekşi olmayan şarap olsa 6 lı satılsa keşke dedi.Bilmiyordu o zamanlar insanlık buna hazır değildi.Kafasında hangi şarabı alacağı düşüncesiyle tavernanın önüne geldi. O esnada pelerinli aceleyle hareket eden bir yavşak Romalı gördü yavşak olduğunu sırtını hafif büktüğünden ve ellerini ovuşturduğundan Romalı olduğunu ise kemerli salak burnundan anladı o zamanlar Roma da bu burun çok popülerdi. Elitist kesimin burnu hep böyleydi fakir fukara halkın fındık burunları vardı.Romalı tavernaya girdi.İçinden dur iki şu yavşak Romalıya takılıyım mavra yapıyım diye geçirdi sigarasını söndürdü ve tavernaya girdi yavşak Romalının yanına oturdu.

 -S.A romalı dedi isminizi ve muhabbetinizi lütfederseniz size buraların en hakiki şarabını size ısmarlamaktan şeref duyarım dedi (yavşaklara nasıl yaklaşmasını gerektiğini çok iyi biliyordu)
 -A.S yabancı dedi şeref duyarım dedi.İsmim Marcus Junius Brutus (belli ki içmeye gelmişti acele tavırları hep yavşaklıktan ötürüydü.)
 - OO brutus mü dedi. Sezarın piçi brütüs.( game of thrones gibi o zamanlar piçe çok alınmıyorlardı). O zaman şimdi konuşma zamanıdır. Şehirde söylentiler var Sezara komplo kuruyormuşun bıçaklıyacakmışın.
 -Bu şehirden de sizden de nefret ediyorum mınakoyim ya arkadaş koskocam orospu ağzı gibi şehir bu ne lan planı dün yaptık.
 -Ya tamam sen ona buna bok atmada brutus ne yavşak bir isimdir be?
 -Ulan sen kendine bak hikayede ismin yok lan.
 -... Neyse asıl meseleye dönelim ne zaman bıçaklıyacaksın sezarı?
 -Çıkmaz ayın son Τετάρτη da dedi brutus.
 -Yaptığın şakayı sikem senin torunların olacak o kadar castını dolduracak dedi.
 -Anlamadım?.
 -Boşver brutus itiraf etmeliyim ki beklediğimden de ibne çıktın ismin gibi cismin de yavşak hem.


Bitti bugünlük hikaye,
Bir bütünlük hikaye,
Zaman durdu kan aktı
Doğan çocuklar şarapla yıkandı
Doğmayan çocuklar ölüme daldı.öptüm

19 Aralık 2014 Cuma

Varoluşum







Hepimiz çocuktuk.

  Senin  varlığın sanki bana yapılan bir şaka ama bu şakaya nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim?    

 Ne günlerdi o çocukça kendimi tanımaya çalıştığın günler. Evreni insanı anlamaya çalıştığım(o zamanlar daha somut). Tamam yine aynı çocuğun özünü taşıyoruz ama işin içine çıkar girdi be moruk. Sevilmek için seviyoruz, mutlu olalım diye yapıyor yaşıyoruz her yaşamı, aman ayağımız kaymasın diye türlü maymunluklara giriyoruz. Şimdi şunu netleştirelim aksini iddia eden katıksız maldır. Mal olanlarda büyük olasılıkla ibnedir. (bunu sonra isteyeceğim). Acı ama gerçek çıkarsız ilişkimiz yok. Zaten iletişim dediğimiz nanenin bir parçası da dönüt. No dönüt no iletişim. Tuhaf hikayemde gördüğüm tek çıkarsız iletişim anne sevgisi evet Annen,Anan,Validen. Kendimden biliyorum türlü piçlikler yapsamda kendisi beni sevmekten hiç vazgeçmedi. Çıkarsız şartsız sevdi. Elmayı seversin o da seni sevsin diye mi kafası yoktu. Saf sevgi. Maalesef bu sevgide hormonal tabanlıydı. Aman neyse siktir et en safı buydu işte.
 Yani moruk bu sinemaya para verirsin,istiyorsan devcileyin bir hamam böceği olarak uyan. Senin varlığın yeter. Öptüm

18 Aralık 2014 Perşembe

Rüya

Düşümde bir kedi ile konuşuyordum. Kediye her şeyi anlatıyordum. Hiç olmadığım kadar rahat ve tüm sorunlarımı bilir bir tonda sakince anlatıyordum kediye. Ben bir sekoya ağacının üzerinde oturuyordum. Kedi ise tam da karşımda havada duruyordu. Sağ ayağımdaki izin nasıl olduğunu, hayatımı nasıl satın aldığımı, o golü nasıl attığımı, anneannemi özlediğimi, saat kulelerinin aslında uzay mekikleri olduğunu, denizin içinden giden bir gizli yol bulduğumu fakat he
nüz cesaret edip içine giremediğimi, sol gözümün aslen bir gözetleme kulesi olduğunu, sağ gözümün de nöbetçi olduğunu anlatıyordum kediye. Kedi bana arada “mırrr” diyordu. Ben anlıyordum kedi bana “Devam et” diyordu. Ben de devam ediyordum. O sırada arkadan kediye yaklaşan bir Rus gördümse de pek paniklemedim. Kediyi tedirgin etmeyeyim diyerekten ona türlü şaklabanlıklar yaptım. Kedi geldi kucağıma oturdu. “Sev beni, okşa” dedi mırlayarak. Sekoya birden bir Bonzai oldu ve biz yere indik. Rusun arkasından bir Greenpeace üyesi gözüktü belli belirsiz. Elinde bir papatya, kafasında da bir gaz maskesi vardı. Ve çok coşkulu, potansiyel bir sessizliğe sahipti. O sırada 2 adam belirdi. Milliyetlerini anlayamamıştım. Bu güzel Rus kızını birden havaya kaldırıp yere indirdiler, yıllardır onu bekliyorlardı sanki. Üzerinde ne varsa yırttılar. Rus kız çırılçıplak kalmıştı. Sırt üstü yatırdılar ve tecavüz etmeye başladılar. Kız Rusça ağlıyordu. Adamlar Rusça olmayan dillerde zevk alıyordu. Greenpeace üyesi derhal kendisini adamlara zincirledi zira Rus kızı yatırdıkları çimenlikteki çimleri eziyorlardı. Slogan atıyordu Greenpeacece. “Çimlere ezeni biz de ezeriz” diye. Rus kız sevinmişti belki de kurtulacaktı “Yuh ulan sana be Greenpeace” diyerek bir heyecan ayağa kalkınca ben, munis kedi fırladı gitti kucağımdan. Kaçtı. “Dur” dedim durmadı, “Kedi” dedim tınmadı. O kadar sinirlenmiştim ki “ Ulan ben şimdi kime anlatacağım lan derdimi ha ?” dedim birden Türkçe lisanında. Adamlar bana Türkçe olmayan bir şekilde baktılar. Greenpeace üyesi zincirlerini kontrol etti. Rus kızı yine sevinmişti, bu kez beni görünce. O sırada bir yağmur başladı diyeceğim ama yağmur damlaları dinozor embriyosu şeklinde. Nasıl sağanak ama! Zıp zıp ortalık dinozor doldu. O sırada uyandım işte … Ya sen neler yaptın?

Bak Bak Ne Diyeceğim

Cips Değil
Bak arkadaşım burada yazan her şey oyundan ibaret. Ulan zaten her şey oyundan ibaret dediğini duyar gibiyim. İnsanlar oyunlarında kendi seçtikleri karakterleri yönetip oynuyorlar. Peki peki asıl yönetmen kim abi?? Kim saldı bizi bu çayıra otlanalım üreyelim ölelim diye. Bizden ne istedi? Bizim ne yararımız vardı? İşte bütün bu sorulara cevap vermek için... bu bloğu açtım.. Şaka ulan şaka peygamber miyim aq ki peygamberlerde zaten bu sorulara net cevap veremez bencilleyin. NEYSE yanda görmüş olduğunuz cismiyat dopamindir cips değildir yenmez! ne dir dopamin peki??


Dopamin üç büyük mutluluk hormonundan biridir.Kendisi bağımlılık durumunda ortaya çıkar (aşık olmak,uyuşturucu vb) eksikliğinde parkinson görülür fena titretir(Muhammed Ali)

Modern Kölelik
Şimdi MIT(üniverste olan) dopamin hangi durumlarda salgılanır ne zaman artar konusunda araştırmalar yapıyor. Denemedikleri denek uygulamadıkları deney yok işte köpeklerle uğraşmaktan tutun babanne eli opmeye kadar.Benim bu araştırmalar sonucu en çok dikkatimi çeken şey ise facebook ve twitter oldu. Bildirim sayısı ve dopamin arasında doğrusal bir bağlantı görüldü 1000 i aşkın denekle ispat edildi.

Peki arkadaşım sıçtım mavisi bu yuvarlak ve kokuşmuş ama bir o kadarda tatlı dünyada(karımı betimledim) kendimizi bu salak sosyal mecralara bağımlı hale getirip mutluluğumuzu bunla şart koşmamız ne denli doğru.Ulan sanki sorumlu olduğumuz başka bir konu yok elin markının jackının açtığı sitelerde mutluluğunu ara, beyin kimyanı boz. BU iki şeyi gösteriyor mutlu olmak o kadar zor değil , ikincisi ise iletişimsizlik en ufak bir sosya işareti bile değere bindiriyor.

Korkmayın bu kadar iletişimden. Sanalda aramayın insanlığınızı. Öptüm.